Aşçılık okuluna gitmek, kurumsal işini bırakıp nefis yemekler yapan bir işte çalışmak bugün en popüler hayallerden biri. Bu hafta biraz bunun üzerine kafa yoralım istedim. Bu yoldan geçmiş biri olarak da deneyimlediğim birkaç konuyu sizle paylaşmak isterim.
Neden aşçı olmak diğer işlere göre daha cazip?
Bunu hazırlayan nasıl bir ortam var?
1) Dünyada iş yapmak başka bir hal alıyor.
1-Fiziksel üretim azalıp bizden çok uzaklaşıyor, insanlar hizmet sektörlerine kayıyor. Üretim yerine satış ve müşteri memnuniyeti için çalışılan bir dünyaya gidiyoruz.
2-Alacağımız veya vereceğimiz hizmeti seçerken seçim şanslarımız ve işler arasında transferler çok kolaylaştı. Dolayısı ile seçim şansımız her geçen gün katlanarak artıyor. Seçim şansının artması ilk anda herkesi daha mutlu edecek diye düşünebilirsiniz. Oysa fazla seçim bir karar aldıktan sonra insanın aklının bir diğerinde kalmasını sebep oluyor. Acaba dedirtip sahiplenmeyi azaltıyor bir yandan da mutluluk azalıyor. İnsan aldığı hizmetten de daha az memnun kalıyor, verdiğinden de.
3-Çocuklar çok daha özgüvenli yetişiyor. Ancak özgüven ile sabır gösterme arasında negatif bir korelasyon var. İnsanlar eşlerine de işlerine de daha az sabırlı oluyorlar.
4-Öğretiler de eğitim sistemleri de ödül üzerine kurulu. Böylece sonuç odaklı hızlı getiriler ortaya çıkıyor. Oysa o kadar ilaca rağmen grip halen ya 7 günde ya da bir haftada geçiyor. Zaman hiç bu kadar hızlanmamışken, sabırsızlık ve beklenti içerisinde olduğunda da hiç bu kadar yavaşlamamıştı
5-Aileler küçülüyor. Daha küçük şehirlerde, ayağı toprağa değen ailelerde materyal bakımından ihtiyaçlar birçok değişkene bağlı iken büyük şehirlerde maddiyat yani para anlamına geliyor. Paranın artan önemi ise verilen pek çok kararın duygusal önemini ve tatminini düşürüyor.
6-Üretimden uzaklaşınca onun fiziksel halini görüp ben yaptım, ben inşaa ettim diyebileceğiniz çok daha az şey kalıyor. Elle tutulur bir şekilde “elimin emeği, ben yaptım” diyebileceğimiz şeylerin azalması en ermiş kişinin bile zaman zaman kendini sınadığı bir olgu olsa gerek.
7-Hem evde hem işte, yaşamak için ve üretmek için fiziksel olarak çok daha az enerji harcıyoruz. Düşünmeye ve planlamaya verilen ağırlık ruhun zaman zaman depresyona girmesi için zemin hazırlıyor.
8-Artık insanlar 35 yaşına gelene kadar 10-14 adet iş değiştiriyor.
9-Kurumlara bir ailesel aidiyet bağ hissetmiyorlar.
10-Küçük ailelerin artması ve aidiyet hissinin azalması, boşanma oranlarının da ülkemizde son on yılda %35 artmasına sebep oldu.
11-Bir evvelki çağ profesyonelleşme, bir işte bir alt kolda derinlemesine eğitime önem verirken bu çağda başarılı olabilmek için çok disiplinli düşünce yapısına sahip olmayı, materyal ve duygusal pek çok konuyu bir anda harmanlayarak düşünmeyi gerektiriyor.. Bu yapıya erkek düşünce şekli zaman zaman kısa kalıyor. Kadınlarınsa iş potansiyelleri, kurumsal alanda yönetici olma imkanı çok daha fazla açılmış durumda.
12-Bakıldığında bugün Amerika’da üniversite bitiren 3 kadına karşın 2 erkek var.
13-Erkekler güç kaybediyor. Kadınlara daha çok yer açılacak diyerek sevinilecek bir haber gibi gözükse de bu değişim çok zor; öte yandan hem kadın hem de erkek için birçok bedelleri olacak bir süreç. Memleketimizde bir taraftan bunu dengelemek için geleneklerden ve sosyal baskıdan söz ederken, kadına uygulanan şiddet vakalarının ve cinayetlerin 10 yılda 1400% artmış olması bu bedelin bir yansıması gibi.
14-Kimsenin zamanı yok. Ev kadının da emekli anneannenin de yetişemediği onlarca şey var. Eskiden limitlerimiz ve imkanlarımız daha sınırlı ve net çizgilerle çevriliydi, şimdiyse dünyanın bize vaadettiği yanılsamalı imkanlar bizi bir yerlerde devamlı eksik bir şeyler yaptığımızı düşünmeye itiyor. Etraf bunu bol bol pompalıyor.
15-Mutsuz ve huzursuz yaşıyoruz. Akmak yerine kendimizle bir mücadele halindeyiz. Bir kısır döngü içinde, kafeste çemberin döndüren fare gibi koşturuyoruz, ancak atlayıp nereye gittiğimize bakarsak treni kaçıracağız hissi oluşuyor içimizde.
Eh hal böyle iken depresyon belki de başımıza gelen en iyi şeylerden biri oluyor. “Hayır” diyemeyen, “seçim yapamayan” beni, “halim yok” diyen bir ben haline getirerek bazı şeylere ister istemez uzaktan bakma imkanı veriyor. Depresyon dediğimiz ciddi ve derin bataklık ve bu hisleri yaşamak için bir taraftan da tehlikeli sular. Robin Williams’ın ölümü de bizler için “Ölü Ozanlar Derneği’nde yol gösteren hoca” olarak, Mrs. Doubtfire’da oğlu ile zaman geçirmek isteyen bunun için de yapmayacağı şey olmayan, işte başarılı olmasa da hayatın güzellikleri ile çok başarılı olan” biri olarak çok şey ifade eden bir insanın ölümü gibi geliyor.
Tüm burada yemek nerede devreye giriyor?
1- Bir kere yemek yapabilmek için fiziksel güç harcıyoruz. Alışverişi, soğanı, sarımsağı, soyulması vs.
2- Yemek yapmak başı ve sonu net olan bir süreç. Tabii sonucunda da ödülü olan bir süreç. Ya yemeği yiyorsun ya da sunuyorsun sevdiklerine.
3- Ekonomi, politika gibi her yerde bizim kontrolümüzde olmayan onlarca değişken var iken yemek yapmak çok daha tanımlı bir süreç. En beklenmedik durum güzel malzemelerin size nefis süprizler yapması olur.
4- Yaratıcılığınızı kullanma imkanı tanıyor. Yeri geldiğinde madden, yeri geldiğinde manen olan pek çok hayat zorluğu yemek yaparken ortadan kalkıyor. Kuru ekmekle ve su ile yapabileceğiniz onlarca tarif var. Halen sokaktan topladıklarımızla bile pişirebileceğimiz yüzlerce yemek var.
5- İnsanın ürettiğini tüketmesi, tüketeceğini üretmek için çaba sarf etmesi mutluluktan başka ne olabilir ki.
6- Emek verip hazırladığını biriyle paylaşmak da bize çok iyi geliyor.
7- Yemek sevginizi, derdinizi anlatmak için bazen bir araç, bazen içine kapanık bir dinleme kutusu gibidir. Yemek Fatih Kısaparmak’ın “kilim” türküsündeki gibi adeta... Sevdiğine sözü olan bir kilim dokur, kilimin dilinden ancak anlayan okur. “Sırlarımı verdim sana, sevgimi verdim, şu gönlümü kilim yaptım yoluna serdim.” Kilim için anlattıkları tam yemek için de geçerlidir. Yediğiniz yemeği yapanı tanıyorsanız dikkat edin. Üzgün mü, coşkulu mu, sıkkın mı olduğunu yemeğin tadından sezinlersiniz. Hissederek yapan için her yemeğin bir hikayesi vardır.
8- Yemek yaparken fantazilere yer vardır. Bu fantazileri denemek, kimileriyle bir yere ulaşmak, kimileriyle bir yere varılmadığını görmek hayatın illa bir sonuç elde etmek değil yolculuğun ta kendisi olduğunu anlayabilmek açısından çok kıymetlidir.
9- Yemeğe baş koymak isteyenlere tam bu hafta okullar açılıyor. Yeni kurslar ve üniversiteler var. Benim de bu yoldan geçmiş bir insan olarak iki insandan aldığım aklıma yazdığım öğütlerim var.
İlki TurkishWin kadın girişimciliğini destekleme ile ilgili bir organizasyonda konuşmacı olarak dinlediğim IBM Türkiye Genel Müdürü Isabel Gomez Cagigas’tan...
Konfor alanlarınızın dışına çıkın.1) Hayal edin
2) Değişimden korkmayın
3) Başkalarından da yardım alıp ortaklaşa çalışın
4) Başkalarının sizin için değişmesini asla beklemeyin
İkincisi de hangi iş yaparsanız yapın başarılı olmanın 8 kuralı.
Kurallar Richard St. John’un Ted konuşmasından.
1)
Tutkulu olmak. Para için değil, sevdiğiniz işi yapmak için başkasına para vermek isteyecek kadar tutkulu olmak.
2)
Çok çalışın. Hiçbir şey kolay ayağımıza gelmeyecektir. Keyif alarak, bol bol çalışmak gerek
3)
Yapılan işe focus olmak gerek.4)
Yaptığınız işte iyi olmak gerek. Seçtiğiniz ne olursa olsun her gün daha iyi olabilmek için bir şey yapmak gerekiyor.
5)
Kendinizi ittirin. Utangaçlıktan, korkularınızdan, yeterli hissetmemekten kendinizi iterek çıkarmamız gerekiyor. Hatta anneler bu itme gücü olarak evrenin icat ettiği nefis mekanizmalar!
6)
Israrcı olun. İnsan başarısız olsa da başkalarının kritiklerinden, kabul görmemekten, kıllıklarından ve baskılarından yılmayıp ısrarcı olmalı.
7)
İyi fikirler bulun. Bunun için dinleyebilmek, gözlem yapmak, merak etmek, soru sormak, problem çözmek ve bağlantılar yapmak gerekiyor.
8)
Birileri için “iyi” olacak şeyler yapın. Birilerinin kıymet vereceği şeyleri onlara sunmak hayali ile yola çıkın.