Etobur, otobur olup, yiyecek bulamamak...İşte Michael Pollan’ın “Omnivore’un İkilemi” isimli kitabında yazdığı ikilem bu...
Yemek ve yemek kültürü ile ilgili yüzün üzerinde büyük ikilem yazabilirim. Ancak en temellerini sizinle paylaşmak istiyorum.
- Ottan ete her şeyi yiyebilecek bir varlık olarak yiyecek yemek bulamamak en büyük ikilemimiz.
- Aslında dünyada herkese yetecek kadar yemek var iken, dünya çapında yetişkin nüfusun 600 milyonunun obez olup, toplam nüfusun 800 milyonunun açlık ile mücadele ediyor olması.
- Güzellik imajının anoreksik kadar zayıf olmak şekliyle herkesin aklına yazılmış olması.
- 1970-80’lerde Amerika’yı kasıp kavuran, Türkiye’ye tam olarak 90’larda gelip yayılan protein, yağ ve karbonhidrat arasından yağın çok zararlı olduğunun vurgulanması ve kötülenmesi. 2010 itibariyle her kötülüğün özünde karbonhidratın, dolayısıyla şekerlerin olduğuna dönülmesi... Bu hızlı değişiklikler yapılırken yüzyıllardır insanların yeme alışkanlıklarını ve yeme şekillerini radikalce değiştirmenin ne kadar sakıncalı olduğunun hesaplanmaması
- Araştırmalar Amerika’da daha fazla diye oradan örnekler veriyorum. 1970’de yağ yemek zararlıdır diyerek her şeyden yağı azaltan insanların, karbonhidratlı yemeklerin acıktırıcılığı ve daha düşük tatmini ile yedikleri oranların artması, bununla genel diyetimizde yağın yüzdesinin azalıp ancak pasta büyüdüğü için tükettiğimiz yağ miktarının ciddi şekilde artması ciddi bir ikilem değil midir..
- Az az ve sık sık yemek mi yoksa Osmanlı usulü günde iki sefer tam yeyip hem mideyi hem sindirim sistemini arada dinlendirmek mi?
- Dünyanın en bereketli toprakları olmamıza rağmen bugün Kanada mercimeği satar hale gelmek..
- Yoğurdu icat eden ülkeyken, yoğurt mayasının standartlarının değiştirilmesiyle yurtdışından satın alır hale gelmek...
- Yediğimiz tüm hızlı yemeklerin ve paketli gıdaların özünün mısıra ve soyaya gittiğinin, dolayısıyla bir Amerikalı’nın %68 mısır karbonundan oluşabileceğini bilmek, bilmemize rağmen gaza basmak garip değil mi? Mısırlı yem yiyen ineğin sütünü içiyoruz, mısır ile beslenmiş tavuk yiyoruz, mısır şekerli ve nişastalı gofret alıyoruz, dışarıda bulyonlu, zantangam veya mısır özünden üterlilmiş lezzet ve kıvam arttrıcılarla yapılmış çorba içiyoruz.
- Sağlığı bir tarafa bırakıyorum mısıra bu kadar bağımlı olduk diyelim, mısır nedir? GDO’lu tohum...Tarlan, toprağın olsa bile direkt dışa bağımlı hale geliyorsun. Bu kadar bereketli topraklarda oturup mısır üzerinden bütün üretimini bağlamak akıl tutulması değilse nedir?
Günlük hayatımızda bugünden itibaren yapabileceklerimiz...1) Her zaman yemek masasında yemek yiyin. (TV karşısı, bilgisayada çalışırken değil)
2) Yalnız yememeye çalışın. Yemeğin sosyalleştiren tarafının sizi doyurmasını sağlayın. Sohbetle, muhabbetle yiyin.
3) Yavaş yeyin.
4) Dışarıda da evde yapabileceğinizi düşündüğünüz yemekleri tercih edin. Döner gibi ekipman gerektirenler hariç. Yemek gerçek yemeğe benzesin tat ve teknik olarak.
3) Mutfağı olmayan bir yerden yemek yemeyin. (Hamurhanesi olmayan fırından, domatesi oracıkta kesilmeyip, kesik gelen hızlı yemekçiden değil.)
4) Anneannelerin yemek olarak burun kıvıracağı şeyleri yemekten imtina edin.
5) Anneniz sağ ise ondan öğrenebildiğiniz kadar tarif öğrenin. Anneanneniz sağ is onunla girebildiğiniz kadar çok mutfağa girin. Size bırakacağı en büyük servet mutfaktaki tecrübeleri. Bunu 20 yıl sonra çok daha iyi anlayacağız.
6) Tencere yemeklerinin karbonhidrat, yağ ve protein dengesi diğer tüm yemeklere göre çok daha iyi. Tencere yemeklerini hayatımıza daha da fazla alabiliriz.