“Yahu ne gerek var artık Yerli Malı Haftası kutlamaya.. Kaldı mı ki yerli malı?” Sadece 1 yıl önce “Globalleşen dünyada, çağ dışı kalmış bir çaba ve düşünce!” diyebilirdi pek çok kişi... Oysa bugün:
- İngiltere, Avrupa Birliği’nden çıkarak, onu “Great” yapan şeyin kendi içlerinden kaynayıp dünyaya yayıldığı inancını perçinledi.
- Amerika “Göçmen istemediğini, müslümanlardan nefret ettiğini, Meksika'yla araya Çin Seddi gibi duvar örmeyi düşündüğünü” söyleyen bir adamı seçti.
- Ekonomik sıkışma; bölge ve kültürlerden bağımsız bütün dünyada aynı anda yaşanmaya başladı.
- İnsanlarda tüketmeye karşı alerjiler başladı. Aylarca alışveriş yapmadan yaşayan insanlar blogger olarak popülerleşmeye, “az çoktur” felsefesiyle insanların hayatlarını sadeleştiren, hatta bunu iş kolu haline getiren insanlar ortaya çıkmaya başladı.
- İnsanların pek çoğunda fiziksel veya ruhsal obezite kronik ve içinden çıkılmaz bir hal aldı.
- İthalatla iş yapan pek çok perakende firması battı ya da çok zor durumda olup, ülkemizden çıkma kararı aldı. (Bkz.Esse)
Dolayısı ile oyunun kuralları değişiyor. Gelişim-tüketim eğrisi ya ciddi açı değiştirecek ya da kırılacak. Dansözlük yaparak yerinde kıvırıp bu işten kurtulabilmesi pek imkanlı değil.
“Peki Refika sen burada yemek yazıyordun ne alaka?”derseniz, “yaşanacak ekonomik sıkıntının hepimiz için çok önemi var ve işte tam da burada yereli anlama ve koruma anlamında yemeğin çok önemli bir rolü var” derim size.
- Turizmde yemek ilk sıralarda. Yöresel yemek ve lezzet turları gittikçe önemini arttırıyor. Bu yemekler de dünyanın her yerinde bulunan değil, o ülkeye özgü lezzetler oluyor.
- Atalık tohumlarını koruyabilmiş Kavlıca, Siyez buğdaylarının yetiştiği bölgeler ekonomiden bağımsız hasatlarını iyi fiyatlayıp değerinde satabilmeye başladı. Bugün gerçek Tosya pirinci kalmış olsaydı, baldonun 3 katı fiyata satılabilecekti. (Kim bilir birilerini hareketlendirebilir.)
- Yerli malı aynı zamanda Slow Food akımının da anlattığı gibi yerelliği temsil ediyor. Karbon ayak izi azalıyor, mevsimsellik ön plana çıkıyor, dolayısı ile sağlıklılık artıyor.
- Ekonomi daraldığı dönemlerde - ki tahminim önümüzdeki 10 yılın dünya için çok zor ve sancılı geçeceği- önceliğin yakındakine verilmesi ve herkesin ellerindekini sonuna kadar değerlendirmesi gerekiyor. Diyelim mercimek hasadı o yıl azaldı, pahalılaşsın, Kanada’dan ithal edilmesi yerine o yılın hasadı bol olup fiyatı daha uygun olan diğer bakliyata yol verilsin gibi... Böylelikle mağdur olan çiftçi azalır, yerli olduğu için taşıma vs harcamaları da memlekete kalır.
- Tohum için yurtdışına para gitmemesi, çiftçinin bu topraklarda binlerce yıldır yetişen tohumlardan kullanarak ürün alması.
- Ürünler önce kendi memleketlerinde alıcı bulduğunda çaresizlikten hammadde olarak yurtdışına satılmaz. Mesela kuzu göbeği mantarını kilosu 40 TL’ye köylüden alıp Fransa'da kurutup, ardından Sunset gibi bir restoranta kilosu 400 dolardan satılmaz.
- İyi yemek yapmak ve bunu sunmak, yeni jenerasyon şeflerin fark yaratması ancak ve ancak kendi kültürlerini bilmeleri ile mümkün olacaktır. Yemeğin müzikle, yerel desenlerle, yerel yemek yapma ve yeme şekillleri ile mümkünatı var. Dolayısıyla bunu kullanarak yeni dil geliştiren diğer sanatçıları anlamak, takip etmek de önemli. Mesela bir aşçı restorantında menüsünü oluştururken mutfak ekibine Mercan Dede’nin 800 albümünden bir şarkı dinlettiğini hayal edin, göreceksiniz o köfte çok daha lezzetli ve karizmatik çıkacaktır.
Özetle yerelle öne çıkmak yek bir hareket değil toplu bir kalkınma planıdır. Belki de 1. Dünya savaşından beri bunu yapabilmek için en doğru zamandır. Yerli Mallar Haftası gastronomik açıdan büyük önem taşımaktadır.
İskender Kebap...
Sofistike konuşmaları bir tarafa bırakıp arkanıza yaslanın. Şöyle iyi tereyağı kullanılarak dışı çıtır, içi yumuşak, pidesi ile, eti kekik kokan, dilim dilim İskender kebap mı, dünyanın en güzel pizzası mı sizi heyecanlandırıyor, düşünün. Eh cevap İskender'se, pidenin buğdayına, yoğurt ve tereyağını bize veren ineğe, eti kekik kokabilecek danaya da sahip çıkmak bizim elimizde. Yok ben pizzayı seçiyorum derseniz de yerel değerlerine sahip çıkmayanın fakir bir ülkesi olacağı için o pizzayı da bulamayıp, halimizin ekmek yoksa pasta yesinlere döneceği muhakkak...
YERLİ MALLARI HAFTASI NASIL BAŞLADI?
1929 yılında MİTC yani Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti kurulmuş. Temel amaçlı yerli mallarını teşvik, üretkenliğin arttırılması ve yerli ürünlerin tüketimini özendirmekmiş. Nizamnamesinin 4. maddesi aslen pekçok bugünkü meseleyi de özetler nitelikte.
- Halkı israfla mücadeleye, hesaplı ve tutumlu yaşamaya ve tasarrufa alıştırmak.
- Yerli mallarımızı tanıtmak, sevdirmek ve kullandırmak,
- Yerli mallarımızın miktarını çoğaltmaya, cinslerini metanet, zerafet, nefaset ve sair evsafı itibari ile yabancı mümessil mallar derecesine getirmeye ve fiyatlarını ucuzlatmaya çalışmak,
- Yerli mallarımızın sürümünü arttırmak suretiyle milletin iyi yaşanmasını temin etmektir.
Bu maddeler aslen öyle çok şeyi anlatıyor ve tarihin tekerrrür ettiğini gösteriyor ki...
Ayrıca çok hoşuma giden bir diğer anektod da Nazım Hikmet’in 1942’de açılan yerli mallar sergisinde kendisinin tasarladığı kumaşlar ile katılmış olması. Hikayesi şöyleymiş. Bursa cezaevinde geçimini sağlamak için bir dokuma tezgahı satın almış ve ipek pamuk karışımı Kaymakçıköy kumaşlarını dokumuş. Sergileri heyecanlı hale getirmek için dönem sanatçı ve mimarları kullanılmış, ve bu insanlar Nazım Hikmet örneği gibi özel standlar tasarlayıp yaratıcılıklarını ve zekalarını kullanmışlar. Hepsi memleket daha çok ve kaliteli üretebilsin, hak ettiği refaha kavuşabilsin diye..
Bugün böyle bir sergi açmaya var mısınız?