Bu haftasonu gazetelerde, internette, açtığınız dergiler ve e-postalarda sevdiğinizle yapabileceğiniz onlarca aktivite, alabileceğiniz binlerce hediye, gidebileceğiniz seyahat önerileri gözünüze çarpacak.
Peki sevgilinizi gerçekten sevmek ve hayatı paylaşmaktan daha güzel bir hediye, hayat gibi daha güzel bir yolculuk var mı? Benim kanımca yok. Ancak bu çok sade ve direkt bir olgu gibi gözükse de bu kadar pazarlama bombardımanın, ekonomik krizin kapıda olması ile daha da yoğunlaşan işlerimiz, insanın kendisini unutması için bir zemin hazırlıyor. Bugün bir insanın 2 günde karşısına çıkan içerik 1800’lerde yaşayan bir insanın bütün ömrü boyunca karşılaştığı kadar desem size? Tüm bu “çok”luk içerisinde de sadelikten uzaklaşabiliyoruz.
Dolayısı ile bu hafta gazetede vermek için hazırladığım tarifleri bir kenara bıraktım ve atölyede bilgisayarın karşısına geçip, tamamen içimden gelen bir yazı yazmak istedim.
Gerçek sevgi ve aşk’ın manası için, sevilenle çıkılacak yolculukta insanın kendini arındırabilmesi için neler yapılmalı bunlar hakkında düşündüm. Bu hafta size yemek tarifi yerine kendimce oluşturduğum “hayatı aşkla yaşama tarifini” vermek istiyorum.
Bu tarifi size hayatı çok güzel yaşamayı, becermiş dünyanın sırrını çözmüş biri olarak değil; hayatını anlamlandırmak isteyen, yaptığı yemeği, yazdığı yazıyı içi titreyerek hazırlayan biri olarak yazıyorum. Çocukluğundan beri hayatta hiçbir şeyi yapmış olmak için yapmamış, inandığı için gerektiğinden 10 kat daha fazla çalışan biri olarak yazıyorum.
30 yaşına kadar sevdiklerini ve ailesini mutlu etmek için yaşamış sonra bunun işlemediğini görmüş, her şeyini eliyle tek başına tekrar kurmuş ve bunu yaparken en iyi dostu, yaptığı yemekler ve yalnız kaldığındaki hayal gücü olan biri olarak yazıyorum.
Hayatı aşkla yaşama tarifini vermek haddime mi bilemiyorum ancak son aylarda İstanbul sokaklarında yürürken havadaki enerji, trafikte adım başı birbirine arkadan çarpan dalgın insanları gördükçe bunun herhangi bir tariften daha kıymetli olduğunu düşünüyorum. Sürçü lisan edersem affola..
Yemek yapmak bir süreç, bir sonuç değil. Tıpkı hayattaki gibi bir yolculuk. Hemigway’in dediği gibi bir sonucu olması güzel olabilir ama günün sonunda aslolan yolculuğun ta kendisidir. Çok güzel bir yemek çıkaracağım diye mutfağa girdiğinizde çoğu zaman ortalama bir şey çıkar, kendinizi bırakıp eğlendiğinizde ise inanılmaz tarifler çıkar.
Neyle yemek pişirdiğinizi iyi bilin. Malzemeden yola çıkarak yemek yapmaya başlarsanız yemek size güzel süprizler yapacaktır: İngilizcede “Self realization” olarak nitelendirilen kendini gerçekleştirme bir nevi doğal, katkısız malzeme kullanmak gibi. İçinizdeki özle hayata katacağınız tat, alacağınız kıvam, herhangi yapılmış bir yiyecekten çok daha lezzetli, sağlıklı olacaktır ve modası geçmeyecektir. Hem böylelikle ek bir paketlemeye de ihtiyaç duymayacaksınız. (Size öyle bir gofret yaptım ki satın aldığınız paketi de yiyeceksiniz desem mideniz bulanabilir. Hatta pistir onun üzere, ne kadar yıkasam kiri çıkmaz diyebilirsiniz oysa size paketi üzerinde yani kabuklu bir elma versem bu aklınızdan bile geçmez. ) Kendini gerçekleştirme hali insanı ek paketlemelerden de kurtarır. Sevdiği işi tutku ile yapan bir insanın çekiciliği pek çok görev insanından çok daha fazla olacaktır.
Sevdiğiniz işi, yaşam şekliniz olarak düşünün ve vakit kaybetmeden atılın. Gerçekten çok zorlanacağınız, hatta kaçınılmaz şekilde zorlanacağınız bir yıllık bir süreç olacaktır. Sonra hayat akmaya başlayacak.
Baharatlar kullanın: Sizin ilginizi çeken hobileriniz sizi asıl zenginleştirenlerdir. Hayatta asla tek bir şey yapan ve ondan zevk alan insan olmayın. Hayat bunun için fazla renkli ve güzel. Sizi iş ve aile dışında rahatlatan, kendi iç dünyanız ve iç sesinizle konuşmanızı sağlayan bir şey olsun. Bu motor kullanmak da olabilir, balık tutmak da, uzun yürüyüşlere çıkmak da. Bunlar, bize dayatıldığını düşündüğümüz hayattan çıkıp bakabilme fırsatı verecektir. Örneğin benim için yemek yapmak buydu. En zor zamanımda beni kurtardı. Şimdi ise yemek artık hayatımın merkezinde olduğundan çizim yapıyorum.
Kullandığınız yemek pişirme malzemelerinizi iyi seçin ve kişiselleştirin: Eski bir arkadaşım bana oturabileceğin en güzel evde otur, kullanabileceğin en ucuz arabayı kullan derdi. Buna ezelden beri inanırım. Evimiz yani bir nevi inimiz, hayatta aslen kendimizi bulmamız için çok önemli bir yer. Orada rahat etmek üretkenliğimizi çok geliştirebilir veya iç sesimizi tamamen susturabilir. İyi bir ev derken yanlış anlaşılmaması çok önemli; manzaralı bahçeli vs. demiyorum. Ruhumuzun rahat ettiği, kendimize ait hissetiğimiz alan. Yemek yaparken de elinizin aşina olduğu bir bıçak veyahut güzel bir şimşir kaşıkla nasıl rahat ederseniz, var olduğunuz mekanlarda da aynı rahatlığı bulabilmek çok önemli. Ben bunu ilk 9 metrekarelik yatakhane odamda hissetmiştim. Kendime ait ben olan, benim olan alanım.
Yemeğinizi Dinlendirin: Birçok yemek dinlendikçe güzel olur. Hızla yenmesi gerekenler bile. Örneğin bir pilav piştikten sonra dinlenmeli. Bir bonfile pişer pişmez ağıza atılırsa sert olur, 5 dakika kenarda durmalı. Aynı şekilde bizim arzularımız ve hayallerimizin bir anda gerçekleşmesi, ondan istediğimiz zevki almamızı engelleyecektir. Dolayısı ile bekleyişi keyfe çevirmek önemli. Onlar için dua etmek de öyle. Dua hangi dine veya inanışa bağlı olduğumuzdan tamamen bağımsızdır. Ghandi’nin çok güzel bir sözü var. “Dua etmek istemek değildir. Ruhumuzun arzusu ve hasretidir. Her gün insanın tekrardan kendi zayıflığının kabulüdür. Duada insanın kalbinin olması söylediği sözden öndedir. Dua ederken bir sürü cümle olup kalpten olmamasındansa, kalpten olup hiç söz olmaması yeğdir.”
Dolayısıyla hayal edin, arzu edin, kendi kendinize kalın. Sessizlikte neyi gerçekten istediğiniz çok daha rahat belirecektir. İnsanın zayıflığını kabul etmesi bir acizlik değil inanılmaz bir özgürleşmedir. Güçlü ve tutkulu olduğu konularda kendilerini hırslardan arındırıp, o kudreti daha rahat ortaya koyabilecektir.
İyi bir yemek paylaşıldığında güzeldir. Hayatta yemeği paylaşacak insanlar bulmak sadece güzel değil aslında kutsaldır da. Sevdiklerinle paylaşmak için ortaya konan emek sadece yemek yaparken değil, yaptığın alışverişten başlayıp, topladığın masaya kadar sürecin başından sonuna kadar vardır. Bu, insanın en içten verme halidir. Paylaştığınız insanın cv’si, hayatınızdaki yeri ve tanımı çok önemli midir, zannetmiyorum. Önemli olan o şekilde bir paylaşımı sizinle eş derinlikte hissetmesidir. Bu kimi zaman bir çocuk, belki bir köpek ki (onun için de size sizden daha çok seven tek varlık derler), bir dost veya anne olabilir. Biz hayatta yol arkadaşlarımızı ararken önce onlara tanımlar koyar- erkek arkadaş, kız arkadaş gibi- sonra onlarla masaya oturur olduk. Oysa su akıp yolunu bulacaksa zaten bulur. Bu sevgililer gününde masaya oturup kimle ekmeğinizi paylaşmak istediğiniz duygusu ile programınızı yapmanız dileğiyle.