Anne gibi yar, anne gibi diyar olmaz! – Hürriyet Cumartesi
Bu deyişin aslı “Ane gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz”. Ane, Bağdat yolu üzerinde Bağdat’a gidebilmek için geçilmesi gereken
büyük bir yar yani uçurum adı imiş. Deyimin o zamanki anlamı ise: “Ane gibi bir yar yoktur ve geçmesi zordur. Ancak onu geçtiğin zaman Bağdat gibi inanılmaz bir yere gelirsin. Bağdat gibi bir diyar da ilmi, bilimi ve de şehrin güzelliğine ithafenmiş.”
Gel zaman git zaman ane olmuş anne, yar olmuş sevgili. Anne gibi sevgili, Bağdat gibi de şehir olamaz anlamına gelmeye başlamış. Tabii Bağdat’ın da taş üstünde taş kalmamış güzelliklerini düşününce bizim çocuklarımızın anlam veremeyeceği bir söze doğru gitmektedir.
Ben bu deyişi biraz değiştirmek istedim. “Anne gibi yar, anne gibi diyar olmaz!” diye. Nazarımda anne gibi bir sevgili ve anne gibi sarp bir uçurum (yar) yoktur bir çocuk için.
Neden mi?
Onu güldürmek, onu mutlu etmek için yapar çocuk her şeyi. İçi titrer. Kızınca yıkılır hepten.
İşten gelmesi için 5. kattaki evin yanında geçen E5 yolunu gözler. Annesi ileriden dönüp gelene kadar, karşı yoldan onu görebilmek, biraz daha erken kavuşabilmek için.
Onun ilgisini çekmek için kendi meziyetlerini kullanmaya başlar yavaş yavaş çocuk. Kimisi için şirinlikler ve espriler yapmaktır kimisi için akıllı olmak, çabuk öğrenip çok zeki olduğunu annesine gösterebilmektir. Sonra resim yapmak, yemek yapmak da gelebilir.
Bir taraftan çocuk kendi benliğini oluşturdukça annesine toslamaya başlar… Giymek istediği kıyafetleri annesi beğenmeyince onun istediklerini giymeye çalışır ama olmaz.. Böylelikle araya ikinci yar yani minik hendekler girmeye başlar. Bu, seçilen arkadaşlar, yapılması ve yapılmaması gereken her şey olabilir.
Çocuk aslında içine kapanık bir çocuktur. Kalabalık her ortamda annesinin eteğine yüzünü kapatmak ister. O kıyafetin arkasından soluduğunda, dünya onun için kaldırılabilir karmaşıklıktadır.
Anne çocuğunu eğitebilmek için kızar. Daha 6 yaşındayken bir yılbaşı yemeğine gitmekten korkan ve zorlanan çocuğuna “Sen kendini akıllı mı zannediyorsun!” der. “Eğer kendini akıllı olarak görüyorsan her ortama adapte olmayı, herkesle eğlenmeyi becereceksin! Yoksa ben seni akıllı saymam” der. Bu bir anne için cesur ve vizyoner, çocuk içinse kaldırılması zor ama hayatına yön vermesi adına önemli sözlerdir. O içine kapanık çocuk bu sözleri hiç unutmadan, belki de hayatının her günü ve halen zorlanarak bunu yapmaya çalışır. Belki de bu sözlerdir ona cesaretlenemediği günlerde arkadan itici gücü veren. Hala aynı çocuktur gazetede yazan, televizyona çıkan.
Anne gibi yar, anne gibi diyar olmaz!
Annenin doğum sancısı ve kordonunun kesilmesinin hem maddi hem de manevi anlamı vardır anne için. Tıpkı çocuk için o ılık tekmeler savurabildiği, yediği önünde yemediği olmayan dünyadan bir anda çıkıp, uzun bir süre kızarıp bozarana kadar ağlamasının manevi bir anlamı olduğu gibi.
Hem anne, hem de evlat bu doğumlardan ömürleri vefa ettikçe, zaman zaman tekrar yaşarlar. Önde bir abi veya abla olması tabii ki iki taraf için de bu doğumların benzerlerini yaşamak adına rahatlatıcıdır. Ancak doğum doğumdur en nihayetinde.
Belki de ‘sarp’ olan yar’ın büyüğü ergenlikte açılır. Ola ki açılmaz ise ilerleyen yıllarda bu süreci geçirmeyen çocuklar ve anneler zamana yayılmış bir şekilde ceremesini çekerler.
Ancak ‘sevgili’ olan yar, hep çocuklardır. En kızgın, en hırçın olduğu anda bile… Annesinin bir sözü, bir övgüsü, dünyayı yerinden oynatacak gücü verir ona.. Çocuk da buna inanır. ‘Dünyayı yerinden oynatırım, yeter ki annem dur, yapma, otur deyinceye kadar.’ der dostlarına.
Anne çok güçlü bir kadındır. Savaş görmüş, çocukken iki kere evini ve her şeyini bir gecede terk etmek zorunda kalmıştır. Bu onu korkak yapmamış ama çok daha tedirgin kılmıştır. O tedirginliği fazla geçirmemeye çalışarak, en büyük hayali kendi ayakları üstünde durabilen çocuklar yetiştirmek olmuştur. Çok çalışmıştır, öyle ki hasta bakarken göğsünden sütler gelmiş, bir kulağına başka diğerine başka küpeler takmış, rüyalarında çocuklarıma yetişemiyorum endişesiyle “elbise çekmecelerinde çocuğunu aramaya” kadar varmıştır.
Anne gibi yar, anne gibi diyar olmaz.
Çocuk çaktırmadan hep o annenin eteğine sığınan çocuktur. Elinden geldiğince çalışır, iyi okullarda okumak için sınavlara girer. Arada annesini delirtir. Doğru düzgün okumayı hala söktüğünden emin değildir. Annesi ona görsel öğrenimi iyi olduğu için her şeyi çizdirir, kitapların sayfalarına uzun uzun baktırır ki görsel hafızasıyla aklında tutsun. Böylelikle sosyal kitapları ömür boyunca sayfa sayfa aklında kalacaktır. Resim yapmak istediğinde çalıştığı hastanedeki röntgen kartonlarını bulur buluşturur. Çocukları ona buzdolabında buldukları ile ufak ufak yemekler uydurmaya da başlar, sever sevmez, yer. Oturacakları evi anne kendi çizer. Kucağında da çocukları. Sarı dosyanın içi hem annenin hem de çocukların ev çizimleriyle doludur. Savaştan çıkıp yokluk görmüş anne tamamen kendi imkanları ile onlara oynayabilecekleri, köpek ve kedi sevgisini yaşayabilecekleri, fide yetiştirmeyi öğrenecekleri, dalından meyve koparabilecekleri bir ev inşa eder. Her tuğlasında, her detayında alın teri, zeka, mütevazılık ve çok çalışmak olan.
Ve tabi çocuk ne görürse o olur, en azından o olmak için çaba sarf eder.
Vatan sevgisi de bir annenin çocuğuna verdiği en güzel hediyelerdendir. Öyle kuru kuruya değil. Anadolu’nun bir ilçesine gittiğinde kapıyı çalıp bir eve tanrı misafiri olup, oranın insanlarını, kıymetlerini gerçekten anlamak isteyen bir vatan sevgisi, oralarda heyecandan boğazı düğümlenen bir vatan sevgisi. Yerli malı kullanmanın bir memleket meselesi olduğunu hissettiren bir vatan sevgisi.
Ve yıllar geçtikçe aralara başka insanların girdiği hayat, çocuğun değişen arzu ve tutkuları, bitmeyen hayat mücadelesi açılan ve yükselen yar’ın çocuk gözünde bambaşka bir şekilde düzleşmesine sebep olur.
Bir gece can korkusu ile evinden kaçmak zorunda olan annenin korkularıyla değil çok çalışarak vatanına, sevdiği değerlere sahip çıkması yönüyle hislerini anlamaya başlayan çocuk için artık annenin yaptıklarının tam anlamı ile bir sanat olduğunu görür. Hayranlıkla. İnce ince işlediği hayatının ne kadar annesinden esinlenilmiş bir hikaye olduğunu keşfettiğinde artık Bağdat’ına ulaşmıştır. Bu, Leyla’nın Mecnun’a ulaşma hikayesi gibi bir aşk hikayesidir. Bundan sonra renkler daha parlak, gök daha mavi, çiçeklerin hepsi birbirinden daha güzel kokuludur. Ve her çocuğun kendince bir Bağdat yolculuğu vardır.
Bu dünyadan öbürüne geçirebildiğimiz çok az şeyden biridir annelik, evlatlık. Belki bir de aşık olma ve birkaç dostluk var. Ötesi, berisi yalan, var biraz da sen oyalan… Tüm annelerin ve tüm evlatların Anneler günü kutlu, mutlu, afiyetli olsun.